top of page

İDARİ YARGIDA ISLAH KURUMU

İdarenin bir işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle zarara uğrayan kişinin zararını tazmin edebilmesini sağlayan tam yargı davalarında, mahkemeye sunulan dava dilekçesinde 2577 Sayılı İYUK’un 3. Maddesine göre uyuşmazlık konusu miktarın yani zarar miktarının gösterilmesi zorunludur.

Ancak tam yargı davalarında dava dilekçesinde yazılması gereken zararın miktarını belirlemek her zaman mümkün olmamakla birlikte, davacı davanın aleyhine sonuçlanması halinde yüksek tutarda vekalet ücreti ödeyeceğinden yazmak istediği zarar miktarından daha düşük bir miktarı yazarak dava açmak zorunda kalmaktadır. Bu düşünce ile yazılan dilekçe sonucunda açılan davada, yargılama sürerken zararın talep edilen miktardan daha yüksek bir miktarı içerdiği tespit edildiği takdirde davacı aleyhine bir durumun doğacağı açıktır.

İşte bu nedenle; İYUK’un 16. Maddesinin 4. Fıkrasında; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” Denilmek suretiyle davacı bakımından oluşan mağduriyet giderilmeye çalışılmıştır.

Yazımızın konusunu da yukarıda kısaca değinilen ve HMK’da “ıslah” olarak isimlendirilen kurum oluşturmaktadır. Islah kurumunun idari yargıdaki işlevine geçmeden önce HMK’da düzenlenen ıslah kurumuna kısaca değineceğiz. Ardından bu iki kanunda yer alan ıslahla ile ilgili düzenlemelerin birbiri ile olan ilişkisini inceleyeceğiz.

a) 6100 Sayılı HMK’da Düzenlenen Islah Kurumu

HMK’ya göre davanın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının iki istisnası vardır. Bunlardan ilki; karşı tarafın açık rızası, diğeri ise ıslahtır. HMK’nın 176 ve devamı maddelerinde düzenlenen ıslah kurumu; taraflarca tahkikat sona erinceye kadar tek taraflı ve açık irade beyanları ile usuli işlemlerin bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltilebilmesidir.

Maddi hakları sona erdiren maddi hukuk işlemleri (feragat, kabul sulh vb.) ile birlikte, HMK’nın 179. Maddesinin 2. Fıkrasında da yer alan; ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi gibi işlemler usul işlemi olmadığından bu işlemler için ıslah yoluna gidilebilmesi mümkün değildir.

Çünkü ıslahın amacı; maddi gerçeğe uygun olarak davanın yürütülebilmesi, tarafların usuli sebeplerden ötürü mağdur edilmemesidir. Ancak sayılan bu hususlar kurumun amacı ile ilişkili olmadığından bu konularda ıslaha başvurmak mümkün değildir.

HMK’nın 177. Maddesinin 2. fıkrasına göre; "Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir.” Ancak ıslahın geçerli olması için tebliği gerekmeyip, ıslaha ilişkin irade beyanında bulunulması ıslahın geçerli hale gelmesi için yeterlidir. Ancak karşı tarafa tebliğ edilmeyen ıslah talebi doğrultusunda verilen kararlar Yargıtay’ın görüşüne göre doğru değildir. Dolayısıyla ıslah talebinin karşı tarafa tebliği üzerine mahkemece bir karar verilmesi hukuka uygundur.

HMK’nın “Islahın Etkisi” kenar başlıklı 179. Maddesinde düzenlendiği üzere, ıslahla birlikte ıslaha ilişkin beyanın açıklandığı andan itibaren önceki usul işlemleri geçerliliğini yitirir. Ayrıca aynı maddenin 3. Fıkrasında; ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunların da yapılmamış sayılacağına yer verilmiştir.

Islah; davanın tamamen ve kısmen ıslahı olarak ikiye ayrılır. Tamamen ıslahta; talep sonucunun ya da dava sebebinin değiştirilmesi suretiyle yeni bir dava dilekçesinin verilmesi söz konusudur. Kısmen ıslahta; talep sonucu değiştirilmemekte yalnızca artırılmaktadır. Tamamen ıslahta HMK’nın 180. Maddesinde düzenlediği üzere; “Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi halde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.”

Davacı tarafından ıslah yoluna başvurulduğunda ödenmesi gereken vekalet ücreti de ıslahla birlikte oluşan yeni duruma göre belirlenecektir.

Islah talebini değerlendiren mahkeme, artırılan tutarın ıslah talebini içeren beyanda açık bir şekilde belirtilip belirtilmediğini kontrol eder. Şayet; mahkemece artırımın anlaşılır olmadığı kanaatine varılırsa, ara karar verilerek beyanda bulunan tarafa süre tayin edildiği ve süre zarfında artırımını açıkça ifade etmesi gerektiği bildirilir.

Mahkemenin ıslah talebi ile ilgili değerlendireceği bir diğer husus da artırıma ilişkin peşin ödenmesi gereken nispi harcın ödenip ödenmediğidir. Şayet ıslah talebinde bulunan tarafından bu harç ödenmemişse, mahkemece süre verilerek eksik harcın tamamlatılması gerekmektedir. Aksi halde harcı yatırmayan taraf ıslah talebinde bulunmamış sayılacaktır. Ancak karar verilinceye kadar harcın yatırılması halinde yeni bir ıslah talebinde bulunulabileceğini savunan görüşler de vardır.

b) Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Davanın Islah Kurumu İle İlişkisi

HMK’ın 107. Maddesinin 1. Fıkrasında ; “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Denilmek suretiyle belirsiz alacak davası tanımlanmıştır.

Kısmi dava ise HMK’nın 109. Maddesine göre; “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.” Şeklinde ifade edilmiştir.

Belirsiz alacak davası ile kısmi davanın birçok yönden farkı bulunmakla birlikte, ıslah bakımından da önemli farkları söz konusudur. HMK’nın 107. Maddesinin 2. Fıkrasına göre; “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” Bu durumda belirsiz alacak davasını açan taraf iddianın genişletilmesi yasağı ile karşılaşmadan ve ıslah talebinde bulunmaya gerek olmaksızın talebini artırabilecektir. Ancak bu artırımdan sonra tekrar bir artırımda bulunmak isterse bunu ancak ıslah kurumu ile gerçekleştirebilecektir.

Oysa kısmi davada ise; kısmi davayı açana taraf daha sonra talep miktarına ilişkin artırımda bulunmak istediği takdirde bunu ancak ıslah kurumu ile gerçekleştirebilecektir. Bu iki dava türünde ıslah bakımından oluşan fark, tanımlanan iki davanın da koşullarının farklı olmasından doğmaktadır. Belirsiz alacak davasında talep edilen miktarın baştan itibaren tam ve kesin olarak belirlenemiyor olması gerekmektedir. Kısmi davada böyle bir zorunluluk bulunmamakla birlikte talep kapsamına alınmayan kısım için daha sonra ayrı bir dava açma imkanı bulunduğundan kısmi davada artırım ancak ıslah ile mümkündür. Aksi halde talep miktarını artırmak isteyen taraf iddianın genişletilmesi yasağı ile karşılaşacaktır.

c) İdari Yargıda Islah Kurumu

2577 Sayılı İYUK’un 16. Maddesinin 4. Fıkrasında ıslah kavramına açıkça yer verilmemiş olsa da ıslahın amacı ile örtüşen bir düzenlemede bulunulmuştur. Yukarıda da bahsedildiği üzere ıslahın iki çeşidi mevcuttur fakat idari yargıda uygulanması öngörülen ıslah kurumu daha çok kısmen ıslahın tanımına uygun düşmektedir.

Sebebi, İYUK’un 16. Maddesinin 4. Fıkrasında; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” şeklinde yer alan düzenleme ile idari yargıda ıslahın ancak tam yargı davalarında uygulanabileceğine yer verilmiş olmasıdır.

HMK’da yer alan düzenlen ile ıslah beyanının sözlü ya da yazılı olarak mahkemeye bildirilmesi ile ıslahın gerçekleşeceği öngörülmüşse de, idari yargıda yazılı yargılama usulü geçerli olduğundan ıslaha ilişkin beyanın mahkemeye yazılı olarak bildirilmesiyle ıslah kurumu işletilmeye başlayacaktır.

HMK’nın 177. Maddesine göre ıslah talebinde tahkikat sona erinceye kadar bulunmak mümkün iken, idari yargıda adli yargıdan farklı olarak karar verilinceye kadar ıslah talebinde bulunulması gerekir.

İdari yargıda uygulanması öngörülen ıslah kurumu ile ilgili geri kalan hususlar HMK’da öngörülen düzenlemelerle aynıdır.

c) Islah Kurumuna İlişkin Tartışmalı Hususlar

1) 2577 Sayılı İYUK’un 16. Maddesinin 4. Fıkrasında düzenlenen ıslah kurumunun tam yargı davalarında yer alan maddi tazminat taleplerini kapsadığı açıkça anlaşılırken, manevi tazminat taleplerini kapsayıp kapsamadığı tartışmalıdır.

Doktrinde bir görüşe göre, manevi tazminat talebinin kısmi dava olarak açılabileceği, çünkü duyulan elem ve acının süreç içerisinde artabileceği kabul edilerek, manevi tazminat taleplerinin bölünebilir niteliği sahip olduğu dolayısıyla ıslaha konu olabileceği ve bunu yasaklayıcı bir kanun hükmünün olmadığı ileri sürülmüştür.

Diğer bir görüşe göre ; “manevi tazminatın tekliği ve bütünlüğü” ilkesinin söz konusu olduğu, bu ilkeden hareketle manevi tazminat taleplerinin bölünemeyeceği, hakimin zaten manevi tazminat davalarında geniş bir takdir yetkisine sahip olduğu ileri sürülmektedir. Yargıtay kararları incelendiğinde, Yargıtay’ın da ikinci görüşü destekler nitelikte kararlar verdiği anlaşılmaktadır.

2) Bir davanın yargılama sürecinde yalnızca bir defa ıslah talebinde bulunulabileceği kanunda açıkça düzenlenmiştir. Ancak; tam yargı davasında ileri sürülen zarar birden fazla kalemden oluşuyorsa bunların toplamı için tek bir ıslah talebinde bulunulur demek yerine, her bir kalem için ayrı ayrı tek seferliğine ıslah talebinde bulunulabileceğini kabul etmek gerekmektedir. Çünkü ıslah talebinin amacı talebin sonradan ortaya çıkan gerçek zarara uygun hale getirilmesi için talep edilen miktarın artırımıdır. Tazminat talebinde yer alan her bir kalem için de gerçek zarar farklı zamanlarda ortaya çıkabileceğine göre maddenin bu şekilde yorumlanması daha doğru olacaktır.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2013 tarihli, 2013/13078 esas ve 2013/15890 karar sayılı kararında da; ilk ıslah dilekçesinde ev eşyaları ve araç bakımından ıslah talebinde bulunulduğu, konut bakımından herhangi bir talepte bulunulmadığı gerekçesiyle konutla ilgili olarak verilen ıslah dilekçesinin mahkemece kabulünün gerektiğine yer verilmiştir.

3) Yargıtay’ın, Bölge Adliye Mahkemesi’nin ve Bölge İdare Mahkemesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda ıslahın uygulanması gerektiği uygulamada ağırlıklı olan görüştür.

Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilen davaların incelenme aşamasında ise HMK’nın 357. Maddesine göre ıslah yapılamaz. Ancak Bölge İdare Mahkemesi ile ilgili İYUK’da böyle bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesi’nce verilen kararlar Yargıtay, Bölge İdare Mahkemesi’nce verilen kararlar Danıştay tarafından esastan bozulduğunda dosya ilk derece mahkemesine gönderilecek ve dava yeniden esas bakımından incelenmeye başlayacaktır. Bu aşamada gerçekleşecek tahkikatta ıslah yapılıp yapılamayacağı ise tartışmalıdır.

Mahkemece verilen kararın bozulması halinde yapılan tahkikatta ıslah talebinde bulunulamayacağı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 04.02.1948 tarihli, 1944/10 esas ve 1948/3 karar sayılı kararı ile kabul edilmiştir. Ancak doktrinde bu konuda söz konusu kararın aksine görüşler de bulunmaktadır.

Bir görüşe göre; yerel mahkemenin kararı esasa ilişkin sebeplerden bozulmuşsa, ıslaha gidilemez ancak usule ilişkin sebeplerden bozulmuşsa gidilebilir. Diğer görüşe göre; bozma kararından sonra yerel mahkemenin kararı hüküm ifade etmeyeceğinden ve bu durumu yasaklayıcı bir kanun hükmü olmadığından ıslah kurumuna herhalde başvurulabilir.

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 20.11.2013 tarihli, 2013/3973 esas ve 2013/6135 karar sayılı kararında ise; bozma kararının neden verildiği hususunda bir değerlendirme yapılmış, söz konusu olayda bozma kararı tahkikatın eksik yapıldığı gerekçesi ile bozulduğundan bozma kararından sonra yapılan tahkikat aşamasında ıslah talebinde bulunulması hukuka uygun görülmüştür.

Yargıtay’ın bazı hukuk daireleri de bozma kararından sonra ileri sürülen ve harcı yatırılan ıslah talebini ek dava veya yeni dava olarak kabul etmektedir.

4) Islah talebinde bulunulan davada, ıslahla artırılan kısım için yürütülecek faizin ne zamandan itibaren işlemeye başlayacağına dair farklı görüşler mevcuttur. Yargıtay’ın bazı kararlarına göre; temerrüt, alacağın tamamı bakımından davanın açıldığı tarihte gerçekleşmemiş olup, ıslah talebi ile artırılan kısma ilişkin temerrüt ıslah talebi için öngörülen harcın yatırıldığı tarihtir ve bu kısma uygulanacak faizin başlama tarihi de bu tarihtir.

Ancak Yargıtay 12. Ve 17. Hukuk Daireleri ise ıslahla yeni bir dava açılmayıp, varolan dava devam ettirildiğinden alacağın tümüne ilişkin faizin davanın açıldığı tarihten itibaren işlemesi gerektiği kanaatine ulaşmıştır.

İdari yargıda temerrüt tarihini belirlemek için ise şu şekilde bir ayrım yapmak gerekir;

-Bir idari işleme karşı dava açılmış ise; dava açılmadan önce idareye başvuru yapıldığı takdirde başvuru tarihinden, aksi halde davanın açıldığı tarihten itibaren

-Bir idari eyleme karşı dava açılmış ise; başvuru tarihinden, merciine tevdi kararı verilmişse davanın açıldığı tarihten, diğer yargı kollarından gelen bir dava dosyası söz konusu ise o yargı koluna başvuru tarihi idareye yapılan başvuru tarihi olarak kabul edildiğinden o yargı kolunda davanın açıldığı tarihten itibaren faiz işlemeye başlar.

5) Islah dilekçesinde faiz talep edilmemişse, ıslah talebinde yer alan miktara faiz yürütülüp yürütülemeyeceğine ilişkin doktrinde tartışmalar bulunmaktadır. Bir görüşe göre; taleple bağlılık ilkesi gereğince faiz talep edilmediği takdirde mahkemece faize hükmedilemez. Diğer görüşe göre; ıslah eski davanın devamı niteliğindedir ve dava açılırken faiz talebinde bulunulmuşsa ayrıca ıslah dilekçesinden faize yer verilmiş olmasına gerek yoktur.

6) Islah kurumu ile talep edilen miktar artırılabileceği gibi ıslah kurumundan bağımsız olarak zararın talep edilenden daha az olduğu tespit edildiğinde davacı fazla vekalet ücreti ödememek için talebini azaltabilir. Bunun için tazminat talebini azaltmak yeterli değildir, açıkça indirilen miktardan feragat edildiğinin belirtilmesi gerekir aksi halde feragat geçerli olmayacaktır.

bottom of page